Berrak Güloğlu’yla Röportaj
Beril Kekeç
Bu röportaj günümüz Türkiye'sinde .zgün işler üreten, kendini alanında geliştiren ve sanat ortamına adım atan Berrak Güloğlu ile mevcut düzeni ve yaşadığı problemleri okuyucularla paylaşması adına düzenlenmiştir.
Bize biraz özgeçmişinden bahseder misin?
Koç Üniversitesi’nde Medya ve Görsel Sanatlar ve Sosyoloji bölümlerinden mezun oldum. Yaratıcılık ve sanatsal üretimin farklı türleri hayatımın çocukluktan beri hep parçası olsa da kendimi sanatçı, sanatsal üretimi de hayatımın merkezinde konumlandırmam lisans hayatımın sonlarına denk geldi. Sanatçı kimliğimi ve dilimi oturtabilmek amacıyla Sabancı Üniversitesi’nde yüksek lisans yapma kararı aldım, ardından da aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladım. Şu anda akademik kariyer ve sanatsal üretim birbirini nasıl besleyebilir, bu kesişimde neler yapılabilir onu keşfetmeye çalışıyorum.
Seni sanata ve sanatçı olmaya iten şey neydi? Nasıl karar verdi bu yolda ilerlemeye?
Yaptığım şey ve olduğum kişiden tatmin olacağım yolun üretimden geçtiğini kendime nihayet itiraf ettiğimde bu yolda ilerlememek gibi bir seçimim kalmadı.
Bunu kabullendiğimde aslında hep orada olan bir şeyi reddetmek için ne kadar uğraşmış olduğumu farkettim. Hepimize dayatılan belli başlı bazı başarı kriterleri var; bunlar benim de üzerime giydiğim ve açıkçası beni çok da zorlamayan etiketlerdi. Benim için asıl zorluk bunların üzerine bir çizgi çekip, sıfırdan bambaşka bir yola çıkmak oldu. Kendini bir sanatçı olarak gerçekleştirmenin bir garantisi olmadığı gibi belirli bir yol haritası, somut bir ölçeği, kuralları da yok. Haritan da ölçeğin de kendin olmak, kurallarını kendin belirlemek, kendinden şüphe halinin içerisinde sürekli olarak buna lüksün olmadığını kendine hatırlatmak zorundasın. Özellikle arkanda maddi bir güvencen de yoksa bu yolda ilerlemek malesef iyice zor ve riskli. Tüm zorlukların farkında olsam da kendimi
reddederek yaşama ihtimali en nihayetinde daha riskli ve korkutucu geldi.
Seçtiğin konularda yoğunlaşma motivasyonun neydi?
Neyin üzerinde çalıştığım ve neden çalıştığım benim için sürekli olarak cevaplarında derinleştiğim sorular. Başta işlerimi çok daha toplumsal seviyede ve cinsiyet ekseninde okuyordum, ancak özellikle tez süreci boyunca işlerimin son derece bireysel, hatta psikanalitik tarafları olduğunu keşfettim, hala keşfediyorum. Bu keşif artık hem bugüne kadar yaptığım işleri nasıl okuduğumu hem de bundan sonraki işlerimin gideceği yönü temelden değiştirdi diyebilirim. Şu anda işlerimi bireysel bir arkeoloji ve iyileşme alanı olarak tanımlıyorum, işlerin toplumsal kısmı da bu süreç içerisinde kendiliğinden ortaya çıkıyor. Oyuncak bebek çocukluğumdan getirdiğim, onunla bağda kalmam, iyileştirmem için bana alan açan ve bilinçaltımın rahatça akmasına aracı olan bir imge. Ama aynı zamanda da bir kadın olarak içinde var olduğum toplum, toplumsal kimliğim ve bireyselliğim arasındaki çatışmaları dışa vurabildiğim bir alan.
Çok farklı materyallerle çalışıyorsun. Kafanda bir iş kurgularken materyal seçimin ya da işin bağlamını nasıl netleştiriyorsun? Bunu takiben üretim sürecin nasıl başlıyor? Yani önce birtakım taslaklar ve/veya çizimler ile mi başlıyorsun yoksa daha çok yolda şekillenen bir süreç mi oluyor?
Genelde bir materyal, imge veya imaj sebebini henüz adlandıramadığım ve bu aşamada anlamlandırmaya çalışmadığım bir şekilde beni kendine çekiyor. Beni nereye götüreceğini görmek için üzerine gitmeye başlıyorum, taslak ve planlama yapmadan sürece girmeyi deniyorum. Ortaya bir şeyler çıkmaya başladıktan sonra işin nereye gittiğini anlamlandırmaya başlıyorum ve buna bağlı olarak geriye dönük değişiklikler veya planlama devreye girebiliyor. İçime sinen işler genelde böyle bir akıştan çıkıyor ve bu şekilde çalışmayı daha samimi buluyorum.
Eskişehir’de sergilenen Elif Atılır ile ortak enstalasyonun “Korkutan yapı sanat eseri çıktı” başlıklarıyla haberlere konu oldu. Bu gibi tepkilerin sendeki yansıması nedir? Böyle bir sonuç bekliyor muydunuz? Bize o süreci biraz anlatabilir misin?
Kesinlikle öngöremediğimiz bir durum oldu, yerel bir gazetede başlayan haber ana akım medyaya kadar ulaştı, bunun üzerine bir kaç farklı ajanstan röportaj teklifi aldık ancak reddettik. İşin böyle bir yankı bulması elbette çok eğlenceli ve beklenmedik bir durum oldu ama üzerine başka bir şey söylemek istemedik; yapılan haberlerin dilinden hareketle yöneltilecek soruların işi veya ne yaptığımızı anlamaya yönelik değil magazinsel bir yerden geleceğini hissettik. O yüzden bu doğal ve tamamen bizim dışımızda gelişen tarafını daha değerli bulduk, iş bizden çıktıktan sonra müdahalede bulunmak istemedik. Bu durumu “iş kendini gerçekleştirdi, başarılı oldu” gibi bir yerden değil, işe eklenen yeni ve eğlenceli bir katman olarak değerlendirdik.
İşlerinden yola çıkarak günümüzdeki kadın algısı ve vücut algısı sence nasıl ele alınıyor? Bu anlamda problemli gördüğün kısımları kısaca bizimle paylaşır mısın? Ayrıca işlerini üretirken karşı tarafa mesaj verme kaygısı ile mi motive olursun, yoksa daha bireysel bir yaklaşımın mı var?
Aslında bu konu, günümüzde biraz da görünürlük aracılığı ile görünmez kılınan bir mesele. Kadın ve beden tartışması sosyal medya, reklamlar ve popüler kültür bağlamında aynı yüzeysel yaklaşım, cümle ve vaatlerle sürekli gündemde gibi görünüyor. Gücünün büyük bir kısmını kendi beslediği bu sorundan devşiren, yarattığı hayali eksikliklere hayali çözümler yaratarak tüketiciler yaratan ana akımın elbette bu konuyu gerçekten ele almak gibi bir derdi yok, tam tersine sistem için tehlike teşkil edebilecek fikirleri kendine mal ederek kavramların içini boşaltma çabasında. Ben geleneksel anlamda bir aktivist değil sanatçıyım, bu yüzden toplum olarak buradan nasıl bir çıkışımız var, var mı gibi soruların cevaplarını maalesef ben de veremiyorum, aksiyon değil, düşünce ve duygu odaklı üretebiliyorum. Sanatın bu sorunları çözmek zorunda olduğunu da buna tek başına kabiliyeti olduğunu da düşünmüyorum; ama hem sanat üretirken hem de izlerken bedenlerimizle olan ilişkimize yönelik bir sorgulama ve yeniden ilişkilenme alanı yaratabileceğini düşünüyorum. İşlerimi üretirken başlangıç noktam bir mesaj vermek, bir sorunu ortaya koymak veya çözmek değil. Ben bireyselden yola çıkıyorum ve elbette politik olan da bu süreçte işin içerisinde kendiliğinden yerini buluyor, zaten bu ikisini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak hiçbir zaman mümkün değil.
İşlerinin çalındığına şahitlik etmiştim. Bu konuda herhangi bir aksiyon aldın mı? Bu durum motivasyonunu nasıl etkiledi?
Malesef Türkiye’de bu konuda sanatçıyı koruyan bir mekanizma veya böyle bir durum olduğunda bunu görünür kılmaya dayalı bir kültür yok. Gerçekten zorlayıcı bir durum olmakla birlikte Şükran Moral’ın bile yakın zamanda gözümüzün önünde işlerinin
çalındığı ve bu konuda hiçbir önlem veya kınama söz konusu olmayan bir sanat ortamında benim gibi kariyerinin başındaki bir sanatçının başına bunun gelmesine şaşırmıyorum. Bir sanatçının beğendiği, kendi yansımasını gördüğü başka işler ve sanatçılar olabilir, benim de var. Özellikle genç bir sanatçının kendi dilini oluşturmaya çalışırken bu örnekleri kopyalayarak çalışmasında büyük fayda var elbette. Ancak bu durumda bu işler su yüzüne çıkarılmamalı, deneme olarak kalmalı diye düşünüyorum, özellikle işin orijinali henüz hala kendini var etmeye çalışan, ismi ve işleri kendine sağlam yer bulmuş birisi değilse. Maalesef senin de belirttiğin gibi birden fazla kez başıma gelen bir durum oldu. Bulunduğumuz sanat ortamında daha geniş çıkar ilişkileri böyle kaygılardan daha ağır basabiliyor, bu tarz bir mekanizmanın yokluğunda veya size cevap vermemesi durumunda da haklılığınız sosyal medya gücünüz ile ölçülür bir hale gelebiliyor. Bu yüzden her ne kadar üzücü olsa da enerjimizi neye aktarmak istediğimize odaklanmak durumunda kalabiliyoruz, bu enerjiyi daha iyi işler üretmeye aktarmanın o anki ihtiyaçlarıma daha iyi cevap vereceğine karar verdiğim durumlar da oldu, birebir konuşarak karşımdaki kişiyi anlamaya çalıştığım da. Elbette birilerinin size ait, çok bireysel bir dertten kopup gelen bir işi alıp yüzeysel bir imgeye çevirip bununla bir şekilde görünürlük kazanması ağır gelebiliyor ama bu deneyimden ne öğrenebilirim veya nasıl motivasyona dönüştürebilirim diye sormak da mümkün.
Türkiye’de sanat dünyasında ‘kesinlikle değişmeli’ diye adlandırabileceğin konular nedir?
Sanat ortamımızda heyecan verici veya yeni bir şeye artık çok nadir rastlıyorum, maalesef görünürlüğe sahip olabilmenin de zaten bu kriterler bazında değil bireysel ilişkiler ağlarıyla sağlandığını düşünüyorum. Bireysel ilişkiler nerede olursa olsun bu işin doğasının belki de reddedilmez bir parçası, ama sırf bu ilişkilerden doğan sıkıcı, yeni hiçbir şey söylemeyen, denemeyen, varolanın varyasyonu işlere tekrar tekrar maruz kalmak malesef bana artık çok sıkıcı geliyor. Sansür meselesinden zaten bahsetmeye gerek bile duymuyorum, bundan 30-40 sene önce Türkiye’de üretilen işlere baktığımda bu anlamda zamanla geriye gittiğimizi görüyor ve üzüntü duyuyorum.
Sence bu zorlu alanda tutunmaya çalışmak yerine günümüz dijital dünyasında (instagram, tiktok gibi) kendini ve işlerini paylaşmak daha mı tercih edilir bir alan oldu? Kendi kitleni yaratmak, seni ve işlerini takip eden insanlara üretmenin avantajları ve dezavantajları nedir sence?
Geçmişte sosyal medya alanında çalışmış birisi olarak o mecraların çok belirli algoritmaları ve dili olduğunu biliyorum. Ben dilimi sosyal medya parametrelerine adapte etmeyi ve enerjimi oraya akıtmayı kendi adıma doğru bulmuyorum, çabuk üretilen ve çabuk tüketilen işler ilgimi çekmiyor. Bu elbette işlerimi sosyal medyada paylaşmadığım ve paylaşmayacağım anlamına gelmiyor ama orayı eserlerimi görünür kılmak veya kendimi gerçekleştirmek için uygun bir mecra olarak görmüyorum. Paylaştığım işler kendiliğinden uygun bir kitleyle buluşursa ne güzel, ama oradaki ilişkiler ağı ve gruplar benim ilgimi çekmiyor, ürettikleri de heyecan vermiyor.